Hızlı Erişim
Anasayfa | Yayınlarımız | Yazılarımız & Sunularımız | Tedaviler | Psikolojik Testler | Genel Sorular ve Yanıtları | İletişim
Site içi arama:   
Sketch for "The Joy of Life", Henri Matisse

Travma Cinsel Yaşam OKB

 

Cinsel Yaşam >> Cinsel Yaşam ve Sorunlar


Cinsel Yaşam Kadınlarda Cinsellik Erkeklerde Cinsellik Tamamlanmamış Evlilik

 

 

Cinsellikte normal nedir?

İnsan cinselliğinde “normali” tanımlamak normal olmayanı anlatmaktan güçtür; çünkü “normalin sınırları tartışmaya daha fazla açıktır. Konu cinsellik olunca sınırları geniş tutmak tartışmaya daha çok imkan sağlayacaktır.

Bozukluklarla ilgilendiğimiz yer olan kliniklerde bile ilk yaptığımız şey; hastanın kafasındaki normale yanıt bulmasına yardımcı olmak ve kişiye yargılama veya etiketlemeye gitmeden yaklaşmaktır. Cinsellik ve cinsel işlev bozuklukları ile ilgili yerleşik deyimler, tanımlamalar belki de diğer tıp alanları içinde değişime en çok uğrayanlardır. Bu açıdan klinisyenin insandaki cinsel aksaklıkları anlayabilmesi önce normal olanı gerçekten iyi anlamasını gerektirir.

Cinselliğin yapı taşları

Cinsel gelişim, dört temel etkenle bağlantılıdır: biyolojik cinsel yapı, cinsel kimlik/cinsiyet (gender identity), cinsel yönelim ve cinsel davranış.

A-Biyolojik cinsel yapı (kromozomlar, hormonal işleyiş, iç ve dış cinsel organlar ile ikincil cinsel karakterler) normal gelişim seyrinde, kişide kuşkuya yer bırakmayacak biçimde bileşik bir desen oluşturur.

B-Cinsiyet, bireyin erkek ya da kadın olmaya ilişkin öznel ve kişisel algısıdır. Yaşamın ilk yıllarında şekillenir; genellikle 2-3 yaşlarında cinsiyete ilişkin algı yerleşik hale gelir. Cinsiyetin belirlenmesi biyolojik (kromozom, hormon ve beyin düzeyinde) ve ruhsal (anne babanın çocuğun cinsiyetini algılayışı ve yansıtması, bilinçdışı arzuları) etkilerin baskısı altında varoluşun değişik evrelerini de işin içine katan aşamalı bir bütünleşmenin sonucudur.

Çocukluğu boyunca, bedeni ve kimliğiyle olan yaşantısından hareketle, çocuk, kendini erkek veya kız olarak kabul ettiği gibi başkaları tarafından da böyle kabul edilir. Ergenlik döneminde yeniden etkinleşen hormon salgısı ile ikincil cinsel karakterler gelişir. Davranış, beynin hormonlarla işaretlenmesi aracılığıyla cinsel nitelik kazanır. Sonuçta cinsel kimlik doğa tarafından verilir, anne-baba tarafından tanınıp topluma bildirilir ve kişinin yaşantısı ile onaylanır.

C-Cinsel yönelim, kişinin erotik yanıt eğilimini yansıtır. Yani cinsel dürtünün nesnesini tanımlar: heteroseksüellerde karşı cinse, homoseksüellerde eş cinse, biseksüellerde ise hem karşıt hem de eş cinse yönelik cinsel dürtü.

D-Cinsel davranış, iç ve dış uyarılara verilen psikolojik ve fizyolojik yanıtların bütünüdür: cinsel istek, fanteziler, masturbasyon, partnere yönelik ilgi, kur yapma, yakınlaşma, fiziksel temas ve cinsel uyarılmanın fizyolojik yanıtları.

Cinsel anatomi ve fizyoloji

Kadın cinsel anatomisi

Normal erişkin bir kadında dış genital yapı vulva olarak adlandırılır, mons, dış dudaklar (labia majora), iç dudaklar (labia minora), klitoris, vajinal açıklık ve perineden oluşur. İç genital yapı ise himen, vajina, uterus, fallop tüpleri ve overlerden ibarettir.

Kadınlarda dış genital yapılar oldukça farklı görünümlerde olabilmektedir. Örneğin dudakların büyüklük, şekil ve renkleri, pubik kılların dağılımı, renkleri, miktarı, sertliği, klitoris, vajina girişi ve himenin görünümleri kişiden kişiye değişiklikler gösterir.

Dokunma, basınç ve ısıya duyarlı zengin sinir sonlanmaları bulunan yapısıyla klitoris, anatomik olarak penise göre üç kat daha yoğun sinir ağı içerir. İnsanda cinsel organlar içinde üreme işlevi olmayıp yalnızca cinsel işlevi bulunan tek organ klitoristir.

Vajinanın iç yüzeyi ağız mukozasına benzer. Cinsel uyarılma sırasındaki vajinal ıslanmanın (lubrikasyon) kaynağı, kan damarlarının bolca bulunduğu bu mukozal yapıdır. Vajina, giriş kısmı dışında az sayıda sinir sonlanmaları içerir, iç üçte ikilik kısmı göreceli dokunma ya da ağrıya duyarsızdır. Kas yapısı ileri derecede kasılıp, genişlemesine izin verir, şekil ve büyüklüğü değişebilir.

Himen (kızlık zarı), vajinal girişten hemen sonra, genellikle halka şeklinde, ince, membranöz bir dokudur. Bazı kişilerde doğumsal olarak kısmi şekilde bulunur ya da hiç bulunmayabilir.

G noktasını, ilk kez 1950’de jinekolog Ernst Graefenberg tanımlamıştır. Özellikle son yirmi yılda yapılan araştırmalarda, vajina ön duvarında, pubik kemik ile serviks arasında bulunan bu bölgenin, uyarılma sırasında genişlediği, uyarılmasıyla orgazmın tetiklenebileceği öne sürülmüştür. G noktasının varlığına ve işlevine ilişkin tartışmalar günümüzde halen sürmektedir.

Erkek cinsel anatomisi

Normal erişkin bir erkekte penis, skrotum, testisler, epididim ve vas deferens’in bir kısmı dış genital yapılar, vas deferens, ejakülasyon kanalları ve prostat ise iç genital yapılar şeklinde sınıflandırılır.

Penis ince bir membranöz kılıf içinde, birbirine paralel uzanan, silindir biçiminde üç yapıdan oluşur: İçte ortada spongiöz gövde ve yanlarda iki adet kavernöz gövde. Penis görünümü (şekil, büyüklük ve renk) kişiden kişiye değişir. Erekte olmamış penis boyutlarının kişiden kişiye değişmesine karşın (ortalama 9.5 cm), normal erişkin erkeklerde erekte penis boyutlarındaki farklılıkların daha az olduğu belirtilmiştir.

Testisler dokunma ve basınca aşırı duyarlıdır, skrotumun okşanması ve testislerin “hafifçe” sıkılması cinsel uyarılma sağlayabilir.

Ejakülasyon, semenin ve seminal sıvının epididim, vas deferens, seminal vezikül ve prostattan üretra içine salınması, ardından pelvis ve perine kaslarının kontraksiyonları ile penil üretradan dışarıya fışkırtılması biçiminde gerçekleşir.

Hormonlar ve cinsel davranış

Hormonların cinsel davranış üzerine etkisi iki şekilde olmaktadır: 1) Hormon düzeylerindeki değişiklikler cinsel yanıtı etkiler, 2) Cinsel yanıtın bir bileşeni olarak endokrin değişiklikler olur.

Testesteron hem kadınlar hem de erkeklerde libido üzerinde etkilidir. Erkeklerde testesteronun serum düzeylerinde 50 yaşlarından itibaren bir azalma görülür, ancak bu durum işlevleri olumsuz yönde etkilemez. İleri yaş erkeklerde androjen reseptör bölge duyarlılığında azalma olduğu öne sürülmüştür.

Kadınlarda östrojen hormonu vajinanın normal yapısının korunması için gereklidir. Genital vazokonjesyon ve lubrikasyon östrojen varlığında gerçekleşir.

Östrojen kadınlarda sevişme ve cinsel birleşme isteğinden sorumluyken, progesteron cinsel istek ve sevişme arzusunu bastırır, analık ve sarılma duygularını artırır.

Prolaktin cinsel işlevleri olumsuz yönde etkilerken, oksitosin cinsel etkinliği güçlendirebilir. Oksitosinin laktasyon ve uterus kasılmalarını uyarıcı etkisi vardır, orgazm sırasında hem kadın hem de erkeklerde plazma oksitosin düzeyi yükselir.

Beyin ve cinsel davranış

Beynin tüm bölgelerinin cinsel işlevler üzerinde etkili olduğu kabul edilmekle birlikte, limbik sistem ve hipotalamus merkezi roldedirler. Bu bölgeler içindeki özgül yapılar cinsel davranışın farklı görünümlerini kontrol ederler. Örneğin, ön hipotalamik medial preoptik çekirdek cinsel yakınlaşma ve cinsel birleşme davranışları üzerinde etkindir, özellikle hayvan çalışmalarında “aktif cinsel davranışların merkezi” şeklinde belirleyici bir özelliği saptanmıştır. Arka hipotalamik ventromedial çekirdek ise pasif ve alıcı cinsel davranış özelliklerini kontrol etmektedir. Bu hipotalamik yapılardan birinin etkinleşmesi diğerinin işlevleri üzerinde baskılayıcı rol oynar.

Beyinde üretilen temel nörotransmitterlerin hemen tümü cinsel işlevler üzerinde etkilidir. Serotonin ve adrenerjik alfa-2 reseptörleri cinsel yanıtı azaltıcı yönde etki gösterirlerken, dopamin, adrenerjik alfa-1, adrenerjik beta-2 ve kolinerjik reseptörlerin etkileri cinsel yanıtı artırıcı yönde olmaktadır.

Cinsel yanıt modelleri

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, insan cinselliği ve cinsel fizyoloji konusunda devrim niteliğinde değişimler; William Masters ve Virginia Johnson’ın doğrudan laboratuar gözlemlerine dayanan çalışmalarını 1966’da yayınlamalarıyla başlamıştır. Bu araştırmanın sonuçlarına göre insanda cinsel yanıt dört aşamalı bir döngü şeklindedir: Uyarılma (excitement), plato, orgazm ve çözülme (resolution) aşamaları. Araştırmacılara göre insanda cinsel yanıt iki temel fizyolojik reaksiyonun sonucu gerçekleşmektedir: Bedenin genital bölgelerinde ortaya çıkan kanlanma artışı (vazokonjesyon) ile nöromusküler gerilim ve miyotoni.

Masters ve Johnson’ın dört aşamalı cinsel yanıt döngüsü

UYARILMA: Bedende yaygın kanlanma ve kas geriliminde artışla başlar. Uyaranın yoğunluğuna, süresine, kişinin fiziksel ve psikolojik durumuna göre kısa, uzun ya da aralıklarla sürebilir.

Kadınlarda uyarılmanın ilk işareti 10-30 sn içinde başlayan lubrikasyondur (vajinal ıslanma). Vajinanın iç üçte ikisi genişler (7-8 cm uzunluk 9-11 cm; 2 cm çap 5-6 cm olur), uterus ve serviks bir miktar yukarıya kalkar. Dış dudaklar yassılaşır, dışa doğru açılır, iç dudakların çapı genişler. Klitorisin büyüklüğü vazokonjesyonla artmıştır. Meme uçları dikleşir, meme üzerindeki venler görünür hale gelir, memelerin büyüklüğü hafifçe artabilir.

Erkeklerde uyarılmanın ilk belirtisi peniste ereksiyondur; glansta büyüme, skrotal deride kalınlaşma ve gerilme, testislerde yükselme görülür. Bazı erkeklerde de meme uçları dikleşir.

PLATO: Uyarılma yoğun ise plato evresi başlar, vazokonjesyon en yüksek noktaya kadar ulaşır. Cinsel gerilim ve cinsel haz duygusu giderek artar ve orgazma geçilecek noktaya dek sürer. Bu aşamada, klitorisin bütün gövde ve başı büzülerek çekilir. Uterus pelvis içinde tam yükselir. Memede areola genişler, meme büyüklüğü en yüksek düzeyine ulaşır, venler belirginleşir.

Erkeklerde, cinsel uyarının çok arttığı orgazm öncesi dönemde cowper bezlerinden salınan mukoid bir sıvının üretral açıklıktan dışarıya aktığı gözlenir. Bu evrede, her iki cinste de genital vazokonjesyon yanında sistemik vazokonjesyon belirtileri izlenir: Karın çevresindeki (makulopapüler) kızartılar: memeler, kollar, sırt ve kalçaya yayılır. Platonun sonuna doğru belirginleşen miyotoniyle birlikte hiperventilasyon, taşikardi, kan basıncında artma, dış rektal sfinkter ile gluteal kaslardaki kasılma şiddeti artar.

ORGAZM: Süre açısından en kısa, cinsel haz açısından en yoğun yaşanan evredir; haz duygusuyla ilişkili olarak erkeklerde ejakulasyon, kadınlarda ise perine ve vajina etrafındaki kaslar ve vazokonjesyon ile büyüyen dokuların ritmik refleks kontraksiyonları gerçekleşir. Orgazm yalnızca pelvik bölgeye sınırlı olmayıp tüm beden yanıtıdır. Orgazm sırasında beyin dalgalarında değişiklikler gözlenir ve bedenin farklı bölgelerindeki kas gruplarında kontraksiyonlar gerçekleşir.

Erkeklerde ejakülasyon iki aşamada gerçekleşir: Emisyon aşaması, boşalmanın kaçınılmaz bir şekilde gelmekte olduğu duygusuyla birlikte, ejakulasyon sıvısının prostat kanalında biriktiği ve prostat yolundan üretraya çıktığı zamana denk düşer. Ejakulasyon aşamasında ise perine ve bulbokavernöz kasların kontraksiyonlarıyla birlikte semen üretral açıklıktan dışarı atılır.

Kadınlarda orgazm pek çok yönüyle halen tartışma konusudur: Vajinal ve klitoral orgazm şeklinde iki tip orgazmdan söz edilmesi ve çoğul orgazmı tetiklediği öne sürülen G noktasının varlığı başlıcalarıdır. Vajinal ve klitoral orgazm ayrımı, psikanalitik psikoseksüel gelişim kuramına dayanır. Bu kurama göre erken dönemde erotik uyarı kaynağı olan klitoris ergenlik ve sonrasında yerini vajinaya bırakmaktadır. Masters ve Johnson, orgazmın kaynağı ne olursa olsun biricikliğini vurgulamışlardır. Kadınlarda orgazm refleksi iki bileşenlidir; duyusal bileşeni klitoris başlatır, motor bileşen ise vajina çevresindeki kaslarla ilgilidir. Vajinal veya klitoral uyarı olmaksızın meme uçları, mons gibi diğer erojen bölgelerin uyarılmasıyla ya da fanteziler ve düşler gibi psikolojik uyarılarla da orgazm tetiklenebilmektedir. Kadınlarda, cinsel yanıt döngüsü, orgazm yanıtına göre üç farklı şekilde izlenebilir (Şekil 1). Bazı kadınlarda, çoğul orgazm denilen, sonraki çözülme evresine geçmeden orgazmik refleksin birden çok tekrarladığı durumlar olabilir. Daha yaygın görüleni, orgazm deneyimi yaşamadan çözülme evresine geçiştir. Üçüncü tipte ise erkek yanıtına benzer biçimde orgazm aşamasından hızla çözülme evresine geçilir. Birçok kadın, partnerleri için mutlak gördükleri, her sevişmede orgazm yaşama gereksinimini belirtmez. Bunun fizyolojik mi yoksa kültürel olarak mı belirlendiği açık değildir.

Kinsey ve ark. (1953) mastürbasyonun kadınlarda en etkili orgazmı yarattığı halde en sık yapılan cinsel davranış olmadığını belirtmişlerdir. Masters ve Johnson fizyolojik olarak en yoğun orgazmın mastürbasyonla en düşük yoğunluğun ise cinsel birleşme ile olduğunu ancak kadınların birleşme ile orgazmı daha doyurucu bulduklarını belirtmişlerdir.

ÇÖZÜLME: Her iki cinste de orgazmın ya da orgazm olmamışsa platonun ardından fizyolojik değişiklikler aynı sırayı takip ederek kaybolur. Kadınlarda bu evrenin herhangi bir aşamasında uyarı ile yeni bir orgazm aşamasına girilebilir (Şekil 1). Ancak erkeklerde çözülme evresi zorunlu tamamlanır; yeni bir orgazm evresine girmenin ve ejakülasyonun mümkün olmadığı çekilme (refrakter) dönemine geçilir (Şekil 2). Çekilme döneminin süresi kişinin yaşına, çevresel etkenlere ve uyaranın özelliğine göre birkaç dakika ile birkaç saat arasında değişebilmektedir.

Kaplan’ın cinsel yanıt modeli

Helen S. Kaplan 1970’lerde yaptığı çalışmalarla, insanda geniş anlamıyla cinsel işlev bozukluklarının sınıflandırılmasına temel oluşturan ve günümüzde halen kullanılmakta olan üç aşamalı cinsel yanıt modelini geliştirmiştir (Tablo 1). Kaplan cinsel yanıtın tüm aşamalarının birbirleriyle ilişkili ancak farklı biyolojik sistemler tarafından yönetilmekte olduğunu ortaya koymuştur: Cinsel istek, yeterli endokrin destek ve psişik süreçlerin beyindeki cinsellikle ilgili merkezleri etkinleştirmesiyle şekillenir. Uyarılma (Kaplan modelinde platodan söz etmez) aşamasında genital vazokonjesyona bağlı fizyolojik değişiklikler gözlenir ve parasempatik sistem kontrolündedir; orgazm aşamasında ise sempatik sistem etkinleşir, orgazm refleksi tetiklenerek klonik kas kontraksiyonları gerçekleşir.

Psikoseksüel gelişim

Psikanalitik görüşe göre cinsellik ve ruhsal gelişim arasında çok yakın bir ilişki vardır. S. Freud “cinselliğin o zamana dek kabul edildiği gibi ergenlikte değil doğumla birlikte başladığını” keşfetmiş, insan yavrusunun psikolojik gelişiminin ve gelecekteki bozuklukların temelinde cinselliğin bulunduğunu öne sürmüş ve cinsel dürtü kuramını geliştirmiştir.

Cinsel dürtü belli bir nesnesi, amacı, kaynağı ve baskısı (pressure) olan bir güç olarak tanımlanmıştır. Cinsel dürtünün amacı her koşulda doyuma ulaşmaktır; ancak amaca giden yollar değişebilir. Cinsel dürtünün nesnesi ise (doyuma ulaşmak için) yönlendiği şeydir; her zaman dış kaynaklı değildir, kişinin kendi bedeninin bir parçası da olabilir. Dürtünün kaynağı bir organ ya da bedenin bir bölümüdür. Bu kaynaklardan doğan dürtüler başlangıçta birbirinden bağımsızken giderek, gelişimin ileri aşamalarında, birleşmektedir. Başlangıçta her dürtünün amacı kaynak aldığı beden bölümüyle ilişkili doyum elde etmektir. Dürtü bileşenlerinin sentezi sağlandıktan sonra üreme işlevi asıl amaç haline gelir, ancak bu aşamada cinsel dürtü tanınıp gözlemlenir. Psikoseksüel gelişim erotojenik bölgelerle (cinsel dürtü kaynakları) ilişkili olarak evrelere ayrılır: ağız erotizminin egemen olduğu ve ilk hazzın yaşandığı oral evre, anüsün erotojenik duyarlılığıyla şekillenen anal evre ve cinsel organların haz oluşturma kapasitesinin keşfedildiği, cinsiyetler arası farklılıkların merak uyandırdığı fallik evre (ödipal evre). Psikoseksüel gelişimin fallik evreden sonraki durağı latent evredir; bu evreye duraklama ya da bekleme dönemi demek pek doğru olmaz, çünkü Freud cinsel dürtünün latent evrede dahi kesintiye uğramadığını, ancak enerjisinin cinsellik dışı alanlara doğru yön değiştirdiğini belirtmiştir. Latent evre sonunda, çocuğu cinsel gelişimin son şeklini almaya başladığı ergenlik dönemi karşılar. Artık birleşmiş olan cinsel dürtü bileşenlerinin yeni bir amacı vardır: üreme işlevi. Psikoseksüel gelişimin son aşaması olan erişkinlikte hedeflenen nokta; hazzın üreme işlevine yönelik eylemle bağlantılı hale gelmesi, dürtü bileşenlerinin cinsel organların öncüllüğü altında örgütlenip cinsel nesne olarak başkasına yönelmesidir (olgun cinsel yaşam).

Cinselliğin öğrenilmesi

Normal biyolojik yapı ve hormon işleyişi, insanda, cinsel yanıt verebilme, böylelikle cinsel istek kapasitesini etkileme açısından gereklidir; ancak cinsel istek ve davranış cinsel biyolojiden önemli ölçüde bağımsızdır. İnsanda cinsel isteğin şiddetini belirleyen ve cinsel davranışı şekillendiren egemen unsur bilişseldir, yani insan bilinçli olarak cinsel fantezilerde, anılarda ve uyaran karşısındaki hazır bekleyişte görülen cinsel ilginin farkındadır.

Cinselliğin öğrenilmesi çocuklukta başlar. Çocuğun aile içindeki etkileşimi öğrenme için uygun zemini oluşturur; gereksinimlerinin karşılanması, cinsiyetle ilişkili eylemlerinin desteklenmesi veya engellenmesi öğrenme için uygun koşullanmalar yaratır. Çocuklar aile üyelerinin kendi aralarındaki etkileşimleri gözlemleyerek de öğrenirler (modelleme).

Ergenlik dönemiyle ortaya çıkan fanteziler cinsel kimlik gelişimine önemli bir katkı sağlar; hayal kurmanın görece üstün güvenli ortamında, ergen, erişkin cinsel role girmeyi öğrenir. Fanteziler çoğu zaman masturbasyona eşlik eder ve bir partnerle yakınlaşma provaları masturbasyonla yapılmaya başlanır. Cinsel konuşma ve şakalar, öpüşme ve cinsel organlara dokunma, bir partnerle yaşanan ilk deneyimler cinselliğin öğrenilmesi sürecindeki ilk basamaklardır. Bütün bu yaşantılar ergenin kadın veya erkek olma duygusunu pekiştirirler.

Cinselliğin yaşamda ve yakın ilişkideki yeri

Doğumdan ölüme dek bir yaşam dürtüsü olarak insan cinsel davranışı tek bir biçime uymaz. Cinsel dürtünün ifadesi ve doyum biçimi açısından kişiler arası farklılıklar görülebilir. Bireyin toplumdaki ilişkileri, yaşam koşulları, kültürel özellikleri, cinsiyeti, cinsel bilgi ve deneyimleri gibi çeşitli etkenler bu farklılıkları belirler.

Duygusal doyum -sıcaklık, koruma, sevgi, cinsellik ve yakınlık- maddi doyum kaynaklarına kıyasla bireyin kırılganlığına daha açıktır. Narsisistik ve duygusal gereksinimler, genel olarak çiftin ilişkisine ve özellikle de cinselliğine yansıtılır. İster kadın ister erkek olsun hemen herkes, tutkulu bir şekilde sevmek, düzenli, paylaşımlı yakın ilişki içinde olmak ister. Aşk ve cinsel yakınlık bilişsel, duygusal ve davranışsal boyutlar içerir. Bireyler kendilerini birbirine açar, geçmiş, bugün ve gelecek hakkında konuşmak isterler. Birbirleri ile derinden ilgilenerek sever, özler, merak eder ve koruma duygularını geliştirirler. Fiziksel yakınlık içinde olmayı arzularlar. Dokunma, bakışma, gülme, öpme, sarılma ve sevişme isteği hepsi bir yakınlaşma arzusunun göstergeleridir.

Levine, sevgi ilişkisinin sürmesinde cinselliğin özel bir yeri olduğunu vurgular. “Güvenirlilik, dürüstlük ve saygı aşkı besler, aşk iyi seksi besler, iyi seks de aşkı besler. Birbirini besleyen bir döngüdür” der.

Cinsel doyum, bireyin cinsel iletişiminden hoşlanması, mutluluk duyması ve bu mutluluğu ertesi günlere taşıyabilmesidir.Bireyin veya çiftin bir cinsel ilişkiden hoşnut olmasının derecesi, cinsel ve genel ilişki boyutu ile iç içedir. Acının ardında hüzün, hazzın ardında mutluluk vardır. İnsanların hazzı aradıkları veya acıdan uzaklaştıklarını söylemekten çok, mutluluğu aradıklarını ve hüzünden kaçtıklarını söylemek daha doğrudur. Cinsel hazzın insana sağladığı şey mutluluktur.

Özay Özdemir

Yararlanılan kaynaklar:

Akvardar Y, Çalak E, Etaner U ve ark. Psikanalitik Kurama Giriş. İstanbul, MEPEV Yayınları, 1997.

Freud S. Cinsiyet Üzerine. Onuncu basım. İstanbul, Say Yayınları, Öndeş AA (çev.), 2001.

Green A. Hadım Edilme Kompleksi. Birinci basım. İstanbul, Metis Yayınları, Kayaalp L. (çev.), 2004.

Kaplan HS. The New Sex Therapy. First edition. New York, Brunner/Mazel, 1974.

Kayır A, Özdemir Ö. İnsanda Cinsellik. Psikiyatri Temel Kitabı (Köroğlu E, Güleç C, ed). Birinci basım. Ankara, HYB Basım Yayın, 2007.

Levine SB. “Love”and the mental health professions:Toward understanding adult love. Journal of Sex & Marital Therapy 22 (3): 300, 1996.

Masters WH, Johnson VE. İnsanda Cinsel Davranış. İstanbul, Bilimsel ve Teknik Yayınları Çeviri Vakfı, Sayın Ü (çeviri ed.), 1994.

Masters WH, Johnson VE, Kolodny RC. Human Sexuality. 5th edition. New York, HarperCollins College Publishers Inc., 1995.

Sadock VA: Normal Human Sexuality and Sexual Dysfunctions. Comprehensive Textbook of Psychiatry (Sadock BJ, Sadock VA, ed.). Seventh edition. Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, Vol 1, 1577-1608, 1999.

Tablo 1: Kaplan’ın Üç Aşamalı Cinsel Yanıt Modeli

Aşama Fizyolojik süreç Bozukluk
1.Cinsel istek Yeterli endokrin sistem desteği ve beyindeki cinsel merkezlerin etkinleşmesi
  • Cinsel istek azlığı
  • Cinsel tiksinti
2.Uyarılma Vazokonjesyon (erkekte ereksiyon, kadında vajinal ıslanma)
  • Erkekte sertleşme bozukluğu
  • Kadında uyarılma bozukluğu
3.Orgazm Refleks klonik kas kontraksiyonları (erkekte ejakülasyon)
  • Erkekte: erken ve geç boşalma
  • Kadında: orgazm bozuklukları

 

 © 2022 Simurg Psikiyatri Psikoterapi
Kullanım Sözleşmesi | KVKK Aydınlatma Metni