Hızlı Erişim
Anasayfa | Yayınlarımız | Yazılarımız & Sunularımız | Tedaviler | Psikolojik Testler | Genel Sorular ve Yanıtları | İletişim
Site içi arama:   
The Black Table, Henri Matisse

Travma Cinsel Yaşam OKB

 

Travma >> Uzun süreli travmanın psikolojik etkileri nelerdir?


Travma Nedir? Tepki Farklılıkları Uzun Süreli Travma Karmaşık Travma Kaynakça Forced Migration İşkence... Göç, Kadın ve Bedeni
 

 

Süreğen travma, büyük çoğunlukla insanın insana uyguladığı şiddetten kaynaklanır. İlgili yazında tanımlanan süreğen travmaların aile içi şiddet ve cinsel taciz, uzun süreli işkence gibi bütünüyle insan eliyle yapılanlar olduğunu görmekteyiz. Hatta, mahkumiyet ve işkence bir yana bırakılırsa, bu tür travmalar çoğunlukla mağdurun yakınları tarafından yapılmaktadır. Süreğen travmayı akut travmadan farklı kılan, bu durumda saldırganla bir ilişki kurulmasıdır. Bu ilişkide saldırgan mağduru bütünüyle ele geçirir, köleleştirir. Bir insanın bir başkasını köleleştirmesini olanaklı kılan yöntemler aynıdır. Tutsakların, siyasî mahkumların, toplama kamplarından sağ kurtulanların ifadeleri dünyanın her tarafında benzer özellikler gösterir.

Travmatize kişilerin en büyük korkusu travmayı yeniden yaşamaktır. Süreğen travma mağdurları için ise bu durum kaçınılmazdır. Bu nedenle süreğen travma mağdurları aşırı uyarılmış, sıkıntılı ve huzursuzdurlar. Bazı mağdurlar bedensel huzur duyumunu yitirerek, uğradıkları zararı bedenlerinde ifade ederler. Bu kişilerde gerilim baş ağrısı, gastrointestinal belirtiler, sırt ve karın ağrısı, pelvis ağrıları özellikle sıktır. Özellikle uzun süre tutsak kalanlarda psikosomatik yakınmalarla sık karşılaşılmaktadır.

Süreğen travmaya maruz kalan kişilerde yavaş gelişen, ilerleyici nitelikte travma sonrası stres bozukluğu(TSSB) oluşur. Bu kişiler geri dönüşümsüz biçimde değiştiklerini, hatta belli bir kişiliği olmadığını bile duyumsayabilir. Çocukluk çağında süreğen travmaya maruz kalınması kişilik örgütlenmesinde ciddi değişikliklere yol açar.

Çocukluk çağında cinsel ya da fiziksel istismar öyküsü olan erişkinlerde kişilik bozukluğu oranının yüksek olduğu bildirilmiştir (Pribor ve Dinwiddie 1992, Silverman ve ark. 1996, Johnson ve ark. 1999). Fiziksel istismar antisosyal kişilik bozukluğuyla (Luntz ve Widom 1994, Johnson ve ark. 1999), cinsel tacizse sınır (borderline) kişilik özellikleriyle (Johnson ve ark. 1999) ilintilendirilmektedir. Bu nedenle çocukluk çağında şiddetle karşılaşanları yalnızca TSSB bağlamında ele almanın travmanın olumsuz etkilerini gerçekte olduğundan düşük gösterdiği öne sürülmüştür (Herman 1992): Çocukluk çağında ortaya çıkan kötüye kullanım, bu dönemde edinilmesi gereken gelişimsel becerileri, yani kendim-başkaları ilişkilendirmesini ve kendiliğin bütünleşmesini etkiler (Harter ve ark. 1988, Cole ve Putnam 1992). Örneğin Cole ve Putnam (1992), çocukluk çağında maruz kalınan cinsel istismarın, kendilik algısı ve sosyal işlevleri üzerinde olumsuz etkileri olduğunu öne sürmektedir. Bu yazarlara göre disosiyasyon, duygulanım düzenleme ve dürtü kontrolü bozuklukları, ilişkilerde güven ve yakınlık yokluğu ile ortaya çıkan karakteristik bir tablo ortaya çıkmaktadır. Çocukluk çağında cinsel yönden kötüye kullanılma beden imgesinin bozulmasına yol açtığı için bu kişilerde bedensel yakınmaların ve hekime başvuruların çok olduğu belirtilmektedir (Wenninger ve Heiman 1998). Sonuçta çocukluk çağında istismarın TSSB’den farklı bir klinik tabloya yol açtığı savunulmaktadır (Zlotnick 1996).

Herman, Trauma and Recovery kitabında (1992) süreğen travmanın dinamiklerini tartışmaktadır. Bu yazara göre bir başka kişi üzerinde denetim sağlamanın başlıca yöntemleri olan güçsüzleştirme ve bağlarını koparma, psikolojik travmanın sistematik ve yineleyici biçimde oluşturulmasına dayanır. Denetim, dehşete düşürme, çaresizlik hissettirme ve mağdurun başka insanlarla ilişki içindeki kendilik duygusunu harap etme yoluyla sağlanır. Şiddet, dehşete düşürmek için şiddetin evrensel dili kullanılır. Ancak şiddet sık uygulanmaz ve son seçenektir. Öldürme ya da ciddi zarar verme tehdidi daha sık kullanılır ve şiddetin kendisinden daha etkilidir. Bu bağlamda başkalarına yönelik tehditler de mağdura yönelik tehdit kadar etkili olabilir. Örneğin dayak yiyen kadınlar ailelerine, çocuklarına zarar vermeyle tehdit edilebilir.

Öngörülemeyen, ani öfke patlamalarıyla ve önemsiz kuralların keyfi biçimde zorlanmasıyla korkunun yoğunluğu artırılır. Amaç, mağduru saldırganın çok güçlü olduğuna, direnmenin boşunalığına ve mağdurun yaşamının saldırgana tam itaatle onu hoşnut etmeye bağlı olduğuna inandırmaktır. Evlilikte uzun süreli fiziksel şiddete maruz kalan kadın hastaların başlangıçta eşin kurallarına yeterince uyumlu olmadıkları için şiddete maruz kaldıklarını düşündüklerini ve yaşamlarını eşin istediği gibi düzenlediklerini, ancak şiddetin sona ermediğini gördüklerini biliyoruz. Eşin yoğun şiddetin ardından gösterdiği sevgi bu kadınlar için çok anlamlıdır. Dayak sonrası evi terkeden kadın eşin özür dilemesiyle herşeyin değişeceğine ikna olarak evine döner. Erkek, uyguladığı şiddeti, eşini çok sevdiğini ve onsuz olamayacağını, bu nedenle zaman zaman kendini kontrol edemediğini söyleyerek açıklar. Hatta bu açıklamaya kendisi de inanıyor olabilir. Bu durumdaki kadınlar, eşlerinin kendilerini çok sevdiğini ama zaman zaman öfkelerini kontrol edemeyerek şiddet uyguladıklarını düşünürler. Sık sık da, kendilerini eşlerinin ruhsal rahatsızlığı olduğuna inandırarak ilişkiyi rasyonalize ederler.

Saldırganın amacı, mağdurun yalnız ölüm korkusu hissetmesi değil, aynı zamanda yaşamasına izin verildiği için minnettarlık duymasıdır. Pek çok kez ölümle yüzyüze gelip ölmediğini gören mağdur, saldırganı kurtarıcı gibi görmeye başlar. Korku uyandırmaya ek olarak saldırgan mağdurun otonomi duygusunu tahrip etmeye çalışır. Bu, mağdurun gözlenmesi ve bedeninin ve bedensel işlevlerinin kontrol edilmesiyle sağlanır. Saldırgan mağdurun yediklerini, uykusunu, tuvalete gitmesini, giyimini denetler. Mağdur temel bedensel gereksinmelerinden yoksun bırakıldığında bu kontrol düşkünlüğe yol açar.

Saldırgan mağdur üzerinde tam kontrolü sağladıktan sonra, korku ve horgörünün yanında teselli kaynağı da olmaktadır. Yemek, banyo, bir sözcük ya da bir insanın gereksindiği hoş şeyler , yeterince yoksun kalmış biri için çok anlamlıdır. Keyfi biçimde küçük hoş duygular yaşatılması, direnci ortadan kaldırmada sürekli yoksunluktan daha etkilidir. Siyasî tutuklular da bu baskı yöntemlerini iyi bildiklerinden, otonomilerini her koşulda korumaya çalışırlar. Açlık grevi bu tutumun uç noktasıdır. Egemen tarafından uygulanan şiddetin ya da oluşturulan yoksunluğun çok daha fazlasını kendi kendisine uygulayabileceğini göstermek, iç bütünlüğü ve kendi geleceğini denetim altında tutuyor olma duyumunu korur.

Mağdurun saldırgan dışında biriyle ilişkisi saldırganın mağdur üzerindeki gücünü azaltacağı için, diğer ilişkilere yönelik bir yalıtım politikası izlenir. Siyasî mahkumlar kadar aile içi şiddete uğrayanlar da saldırganla olan dışında bütün ilişkilerinden koparılırlar. Amaç mağdurda dünyada yapayalnız olduğu duyumunu yaratmaktır. İşkencede bu tecritle sağlanır, aile içindeyse eşin kıskançlığı öne sürülür. Uzun süreli tutsaklıkta ve aile içi şiddette bütün bu bileşenler sonuçta mağdurun gereksinim duyduğu ilişkiyi saldırganla kurmasına yol açar. Mağdur, dünyaya saldırganın gözüyle bakar.

Yalıtılmışlıkla baş etmek için kişi geçmiş anılarını ve gelecek planlarını unutur. Tutsaklık sona erdiğinde de geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki kopukluk sürer. Görünüşte anı yaşıyor olsa da, ruhsal olarak hapishanenin zamansızlığında yaşamayı sürdürmektedir. Bununla baş etmek için geçmiş anılarını isteyerek bastırır ve geçmişi olmama durumunda kalır. Sonuçta bütünlüğünü sağlayamaz.

Uzun süreli travmaya maruz kalan kişi yoğun bağlılık ve uzaklaşma arasında gidip gelir. Koruyucu olarak algıladığı kişiye umutsuzca sarılırken, saldırganı anıştıran kişiden hızla uzaklaşır. Bir başka kişiye ait iç temsillere güvenmediği için, başkalarına atfettiği roller küçük düş kırıklıklarına bağlı olarak hızla değişir. Hataya yer yoktur. Hiç kimse tam güvenilirlik testini geçemeyeceği için yakın ilişkilerden kaçınır. Süreğen travmaya maruz kalanların yaşadığı yalıtılmışlığa, bu kişilerde zaman zaman bastırılmış öfkenin patlama şeklinde dışavurumunun da katkıda bulunduğu öne sürülmüştür. Kişi, ilişkilerini bu patlamaların getireceği yıkımdan korumak için çevresinden uzaklaşır.

Süreğen travma mağdurlarında kaçınma ve duygulanım kısıtlılığı çok abartılıdır. Mağdur için yaşam yalnızca sağ kalmaya indirgendiğinde, duygulanımı kısıtlamak uyumun temel biçimi olur. Daralma yaşamın her alanında kendini gösterir. Tutsaklık durumunda işe yarayan bu uyum çabası, psikolojik yapıda atrofiye yol açar. Saldırgan inisiyatif kullanmayı tümüyle yasaklamış olduğundan, mağdur inisiyatif kullanma becerisini çoğu kez yitirmiştir.

Tutsaklık bilinç değişikliklerine de yol açar. Mağdurlar açlık, acı ve soğuğa dayanmak için disosiyasyon, bastırma (supresyon), önemsememe ve inkar yöntemlerini istemli olarak kullanmayı ve dayanılmaz gerçekliği değiştirmeyi öğrenirler.

Yeniden yaşantılama belirtileri yıllarca değişmeden kalabilir. Örneğin, dokuz ay aralıksız gözaltında kalan ve bu dönemde sürekli işkence gördüğünü belirten bir hastanın tek yakınması, yurt dışına çıktığı zaman ortadan kalkan işkence kabuslarıydı.

Süreğen travma yaşamış mağdurun kişiliğinde de değişiklikler ortaya çıkar. DSM sistemi içinde yer verilmeyen bu patoloji, Dünya Sağlık Örgütü’nün ICD sisteminde (WHO 1992) “Katastrofik yaşantı sonrası kalıcı kişilik değişikliği” adıyla ayrı bir tablo olarak ele alınmaktadır. Kişinin kendiliğini oluşturan bütün yapılar, yani beden imgesi, içselleştirilmiş nesne imgeleri, kişiye uyum ve amaç duyumu veren değerler ve idealler ele geçirilmiş ve sistematik olarak yıkılmıştır. Tutsaklık sona erdikten sonra kişi önceki kişiliğine dönemez. Bu çoğul psikolojik kayıplar çoğu kez dirençli depresyona yol açar.

Süreğen travma mağdurlarında depresyon hemen her zaman vardır. Bu da tabloyu karmaşıklaştırır ve ağırlaştırır. Kronik aşırı uyarılmışlık durumu ve yeniden yaşantılama belirtileri, depresyonun vejetatif belirtileriyla bir arada bulunur. Disosiyatif semptomlar depresyonun konsantrasyon güçlüğüyle üst üste biner. Süreğen travmanın yol açtığı inisiyatifsizlik, depresyonun apati ve çaresizliğiyle birleşir. Travmanın çevreyle bağları koparması, depresyon kaynaklı yalıtımı şiddetlendirir. Süreğen travmanın sonucu olan düşük kendilik imgesi, depresyonun suçluluk duygularını artırır. Geleceğinin olmadığı hissi, depresyonun umutsuzluğuyla birleşir.

Son olarak, kişi öfkesini kendine yöneltebilir, intihar düşüncesi ve girişimi ortaya çıkabilir.

Süreğen travmanın yol açtığı belirtiler için Herman (1992) karmaşık travma sonrası stres bozukluğunu tanımlamıştır.

N.Türksoy K

 

 © 2022 Simurg Psikiyatri Psikoterapi
Kullanım Sözleşmesi | KVKK Aydınlatma Metni