Genel Çerçeve
MÜLTECİ: Irk, din, ulus, belirli bir sosyal gruba ya da politik düşünceye üye olma nedeniyle kovuşturmaya uğramış, kendi ülkesinin dışında olan ve bu korku nedeniyle ülkesine dönmek istemeyen ya da dönemeyen kişi (Mültecilerin Durumuna İlişkin 1951 BM Konvansiyonu)
ZORUNLU İÇ GÖÇ YAŞAYAN: Özellikle silahlı çatışma, yaygınlaşmış şiddet, insan hakları ihlalleri, doğal ya da insan eliyle yapılan felaketlerin sonucunda ya da bunlardan uzaklaşmak için evlerinden ya da alışkın oldukları ortamlardan uzaklaşmaya zorlanan ve uluslararası tanımlanan sınırları aşmayan kişi ya da kişiler (BM Genel Sekreteri’nin Zorunlu İç Göç Yaşayanlar Özel Temsilcisi F.M. Deng tarafından geliştirilen çalışma tanımı).
1972’de Sudan’da iç savaş bittikten sonra, ülkenin güneydoğusunda yarım milyon kişi yer değiştirmişti. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) bu kişilerin evlerine dönmeleri ve yerleşmeleri için görevlendirilmişti. Bu tarihten itibaren zorunlu iç göç Birleşmiş Milletlerin gündemine gelmiştir.
Zorunlu iç göç yaşayanlar ülke sınırlarını aşmadıkları ve genellikle istemli göç edenlerle aynı yolu (kırsaldan kentlere gibi) izledikleri için bu kişilerin sayılarının belirlenmesi, mültecilerinkine göre oldukça güçtür. Bütün dünyada yaklaşık 20 milyon mülteci ve 24-30 milyon zorunlu iç göç yaşayan kişi olduğu tahmin ediliyor (African Watch 1993, Forbes Martin 1991).
Zorunlu iç göçle değilse bile mültecilikle ilgili çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Mültecilik bir sosyal psikolojik durum diye görülmelidir. Sosyal olarak belirlenen bir ‘mülteci davranışı’ tanımlanmıştır.
Stephen Keller mültecilikte yaşanan aşamaları Uprooting and Social Change (1975) isimli kitabında şöyle sıralamıştır: Tehdidin fark edilmesi; kaçmaya karar verme; tehlike ve kaçış dönemi; güvenli ortama ulaşma; kamp yaşamı; yurda dönme ya da hedef ülkeye yerleşme; göçün erken ve geç dönemleri; uyum ve akkültürasyon; sürecin son evreleri ve yaşananların yol açtığı davranış değişiklikleri Murphy (1955) kamp yaşamını şöyle tanımlamıştır: Yaşadıklarının korkunçluğu kamp yaşamı sırasında kişinin zihninde yeniden belirir. Kişi yitirdiklerine odaklanır. Travma, acı çekme, ortadan kalkmış olan kovuşturma ve yitirdiği yakınlarının yanısıra, kişi, ülkesi, kimliği ve önceki yaşamını kaybettiği gerçeğiyle yüzleşir. Yabancı bir ülkede yeni bir yaşam beklemektedir onu. Anksiyete, korku, düş kırıklığı, duygulanım bozukluğu ortaya çıkar ve genellikle kişi infantil döneme regrese olur; iradesini yitirir ve apatik, çaresiz ya da manik ve agresif hale gelir. Kişilik yapısı, koordinasyon yetisi, öngörme, umma ve başetme mekanizmaları bozulur (Stein.1986).
İç göç yaşayanlarda ise göç döneminin şu aşamalardan oluştuğunu gözlemledim: İlk dönem tehlike alanından uzaklaşma, bu dönemde beklentiler sağ kalma ve hedef yerleşim yerine varmadır. İkinci dönem yas dönemidir, bu dönemde kişi yeni yerleşim yeriyle karşılaştığında kaybettikleriyle yüzleşir. Bu dönem kişinin yeni ortama uyum sağlayabileceği sosyo-ekonomik koşullar varsa aşılır. Yoksa bu dönem sürer gider. Bu dönem çocuk ve gençlerde çok kısa sürmektedir. İç göç yaşayanlar gettolar halinde yaşama eğilimindedir.
Mültecilerin zaman boyutunda uyumu dört aşamada tanımlanmıştır: 1) İlk birkaç ay 2) İlk ve ikinci yıl 3) 4-5 yıl sonra 4) 10 yıl ve sonrası (Stein 1981).
Başlangıçta, mülteci yitirdikleriyle yüzleşir. Yüksek mesleki ve sosyal düzeyden aşağıya, profesyonellikten sıradanlığa, seçkinlikten yoksul azınlığa düşmüştür. Kültürlerini, kimliklerini, alışkanlıklarını yitirdikleriyle yüzleşirler. ‘Mülteciler kendilerini birdenbire yabancı ve bazen düşmansı bir denizin ortasında adalar gibi hissederler.
Evde çatışmalar ortaya çıkar; erkeğin kazancı yetmediğinden, kadın çalışmak zorunda kalır, çocuklar eski değerlere saygı göstermezler. Çocuklar yeni kültüre daha hızlı uyum gösterirler, ailelerinin sosyalleşmesine önayak olurlar. Nostalji, depresyon, anksiyete, suçluluk, öfke ve düşkırıklığı öyle şiddetlidir ki pek çok mülteci sonuçlarından korktukları halde, eve dönme hayaliyle oyalanır. Bir iki yıl içinde mülteciler yitirdiklerini yeniden elde etmek için belirgin bir çaba içindedirler.
Başlangıçta, mülteciyi olumsuz etkileyen nedenler zaman, akkültürasyon (özellikle baskın olan kültürün özelliklerini kabullenme), yeni dilin öğrenilmesi, uyum programları, yoğun çalışma ve kararlılıkla hafifletilebilir. Burada iki anahtar etmen var. Birincisi, önceki yaşamlarında bu kişilerin başarılı olmalarına neden olan kişisel özellikleri yeni ülkelerine iyi uyum göstermelerini sağlayabilirler. İkincisi, mültecilik yaşantısı bu kişileri daha girişken ve yaratıcı yapabilir.
Bu dönemde mültecilerin çoğu işlerini değiştirir, başlangıçta oturdukları semtlerden mültecilerin yoğun olarak yaşadıkları semtlere. Ayrıca, aile içindeki sorunlar artar.
4-5 yıl sonra, mülteciler uyum sürecini büyük ölçüde tamamlamışlardır. Bu noktadan sonra değişiklik daha az olur. Eğer amaca yaklaşılmamış ya da ulaşılmamışsa, o ana dek gösterilen çabadan vazgeçilir. Yetiler zayıflamakta, kişi yaşlanmakta, aile ve yaşam rutinleri dikkat istemektedir. Direnme ve kararlılık kaybolur, umutsuzluk ortaya çıkar ve kişi yaşamı ve statüsündeki değişiklikleri kabullenir. Bu noktadan itibaren çoğu mülteci çocukları için yaşadığını söyler ve umutlar sonraki jenerasyona aktarılır.
Tabii ki kabullenme her zaman mutlu olma anlamına gelmez. Çoğu hayatından bezmiş ve yabancılaşmıştır. Çoğu işlev görecek kadar akkültüre olmuştur ama asimilasyon ve bütünleşmenin çok uzağındadır ve yalnızca yaşıyordur.
10 yıl sonra, belirli bir durağanlık kazanılır. Kaybedilen statünün düzeltilme çabası sürer ama çok yavaştır.
Yeni ülkedeki kurumlarla ilişkilerine gelince, bütün bu travma ve acı çekmeden sonra, kişi yeni ülkesine karışık duygularla yaklaşır. Ülkesini tehlikeden kaçmak için terk etmiştir ve ne bir hedefi ne de amacı, beklentisi vardır . Ancak yerleşim tamamlandıktan sonra, statü düşmesini kabul etmek istemezler. Bu nedenle yeni ülkelerindeki kurumlardan çok fazla beklentileri ortaya çıkar.
Kadın ve Göç
Mültecilerin bütünü ile ortak korkular ve sorunların yanı sıra kadın ve kızlar cinsiyetten kaynaklanan ayırım, şiddet ve istismar tehdidi altındadırlar. Mülteci kız çocukları ve kadınların karşı karşıya kaldıkları saldırılar her zaman çok farklı değildir. Dört yaşındaki kız çocuklarının tecavüze uğrama oranının, 40 yaşındaki kadınlarla aynı olduğu bildirilmiştir. Mülteciler ve ülke içinde yer değiştiren kişiler kovuşturma, insan hakları ihlalleri, etnik ya da saldırgan çatışmaların mağdurlarıdır. Bu kişiler tanıdık oldukları toplumsal hayata yabancı bir yaşam sürdürmek zorunda kalırlar (mültecilerde yabancı bir ülke söz konusudur). Ayrıca mülteciler dilsel, ırksal ve yasal ayrımla karşılaşırlar ve pek çok durumda, fiziksel ve psikolojik güvenlikleri sağlanamaz. Mülteci kamplarında yiyecek sağlanması da genellikle yetersizdir ve malnutrisyon sık görülür. Kadın ve çocuklar mülteci populasyonunun ortalama %80’ini oluşturmaktadır. Vietnamlı mültecilerle ilgili verilerde denizdeyken soyguncular tarafından %39’u kaçırılmış ve/veya tecavüze uğramışlardır (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Vietnam’lı Sal insanları Bürosunun verileri)
Olağan koşullarda durağan ve koruyucu bir yapı olan aile, mülteci koşullarında genellikle kökten değişir. Aileden ayrılma ya da aile bireylerinin kaybedilmesi sonucunda kadın ailenin reisi olabilir. Daha önce çalışma deneyimi olmayan kadın bu durumlarda istismara açık haldedir. Aile bütünlüğünün korunduğu durumlarda da, mülteciliğin olağandışı koşulları geleneksel kadın-erkek ilişkilerini değiştirir.. Bu değişiklikler sonucu ortaya çıkan gerilim aile içi şiddet ve depresyon insidansını artırabilir (Forbes Martin 1991). Erkeklerin eş ve çocuklarını terk etmesi ise hiç seyrek değildir. Bütün bu değişikliklere karşın kadın evdeki etkinliklerin çoğundan sorumlu olmayı sürdürür ve ilginç biçimde, aldıkları kültürün başlıca koruyucusu ve taşıyıcısı durumuna gelir.
Sığınma arayışına yol açan kovuşturma genellikle cinsel saldırı ve işkence biçimindedir. Bir yayında, Kenya mülteci kamplarında tecavüze uğradıklarını bildiren Somali’li kadınların nerdeyse yarısı iltica etmelerinin öncelikli nedeninin tecavüze uğramaları olduğunu bildirmişlerdir (Africa Watch 1993). Eski Yugoslavya’da tecavüzün kovuşturmada bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir (Executive Committee of the High Commissioner's Programme, 12 Ekim 1993). Bu tür saldırı mağdurları bu yaşantılarından söz etmezler, çünkü pek çok kültürde bu mağdurlar yaftalanmakta ve hatalı görülmektedir.
İltica yolculuğu sırasında kadın ve kız mülteciler istismar, tecavüz, kaçırılma ve öldürülme tehdidi altındadır. Erkek yakınlarından ayrılarak küçük çocuklarıyla yolculuk edenler özellikle cinsel saldırıya daha da açıktırlar. Güney-doğu Asya’da, sıklıkla doğrudan kadınlara yapılan korsansı saldırılar epey dikkati çekmiştir. Bu saldırılara karşı Tayland Hükümeti tarafından 1982-1991 arasında oluşturulan bir program böyle saldırıların sayısının azalmasını sağlamıştır. Ancak, bu durumda da şiddetin düzeyi artmıştır, tecavüzden sonra gemideki bütün yolcular öldürülmeye başlanmıştır (Forbes Martin 1991). Kadın mülteciler, ayrıca sınırdaki hapishanelerde tutularak tecavüz edildiklerini, zorla fahişelik yaptırıldıklarını (Executive Committee of the High Commissioner's Programme, 12 October 1993) bildirmişlerdir.
Kamplara ulaştıklarında, cinsel saldırı ve tecavüz korkusu sürer. Kamplarda güvenlik genellikle yetersizdir (BMMYK 1991). Kenya’daki Somali kamplarındaki saldırılardan bir bölümü Kenya polisi tara fından haydut çetelerinin saldırılarından sonra yapılmaktaydı ve bu saldırılar daha vahşice olmaktaydı. Saldırıların çoğundan bu çetelerin sorumlu olduğuna inanılıyordu. Bu çete topluluğu göçebeydi ve mülteci topluluğu kadar yerliydi. Kimi saldırganlar ise mülteci erkeklerdi, ancak bu kanıtlanamıyordu, çünkü bu saldırganlar hemen hiç yakalanmıyordu (Africa Watch 1993).
Kadınlar cinsel ilişki karşılığı koruma önerenler tarafından da istismar edilebilirler. Çocuğu olan kadınlar bu tür manuplasyonlara daha açıktır. Kadının cinsel birlikteliğine karşılık çocuğun rehin alındına ilişkin bildirilen örnekler vardır. Kadının yasal sığınmacı olabilmesini sağlayan belgelerin yanında olmaması da cinsel ve başka istismara açık hale getiriyor.
Fahişeliğe zorlanma, özellikle yanlarında erkek olmayan kadın ya da genç kız mülteciler için giderek artan bir sorundur. Bu durum mülteciliğin olduğu bütün ülkelerde vardır.
Sağlık hizmeti ve yiyeceğin yetersizliği hem mülteci hem de iç göç yaşayanlar için önemli bir sorundur. Pek çok ülke yiyeceği bir silah gibi kullanmaktadır. Angola’da hem devlet hem de asi gruplar bile bile mülteci ve iç göç yaşayanları açlığa mahkum etmişlerdir. Etyopya, Mozambik ve Sudan’da benzer stratejiler çoğunluğu çocuk ve kadın olan yüzbinlerce kişinin ölümüne yol açmıştır.
İç göç yaşayanların durumu daha da ağırdır, çünkü bu kişileri yer değişmeye zorlayan devletin sınırları içindedirler. BMMYK giderek daha çok iç göç yaşayanlarla ilgilenmektedir. Aslında geri dönme ve rehabilitasyon programları açısından bu iki grubu birbirinden ayırmak ne mantıklı ne de makul görünmektedir.
Kadınlar ayrıca, cinsiyet ayrımcılığı içeren normlar ve geleneklerden kaynaklanan kötü muameleye de maruz kalmaktalar. Mültecilerin Durumuna İlişkin Konvansiyon’da yer alan kötü muamele tanımında, sosyal normlara uyulmamasının sonucu olan kötü muameleler özel olarak ele alınmamıştır. Hukukta kötü muamele tecavüzü kapsıyor, ancak örneğin, bebeğinin öldürülmesi (infandicide), sati (eş öldükten sonra kadının yakılarak öldürülmesi), zorla evlendirme, zorla sterilizasyon, zorla düşük ve aile içi şiddeti kapsamamaktadır.
Mülteciliğin bütün aşamalarında hem fiziksel hem de cinsel olmak üzere, bedenlerine yönelik saldırılara maruz kalan mülteci kadınlarla yapılan çalışmalar bu kişilerde somatizasyon eğilimi olduğunu göstermektedir.
Bu alanda yapılan çalışmalar:
Denekler |
Araçlar |
Sonuç |
Yazar ve Yıl |
Güney-doğu Asyalı göçmen ve mülteci kadınlar |
Yapılandırılmamış görüşme |
Mültecilerde somatizasyon daha fazla |
Lin, EH ve ark 1985 |
Kamboçya’lı mülteciler |
Yapılandırılmamış görüşme |
Somatizasyon en sık belirti |
D'Avanzo CE 1994 |
Bosna’lı kadın mülteciler ve İsveç’li kadınlar |
Göteborg Life Quality Test |
Mültecilerde yaşam kalitesi daha düşük ve semptom sayısı
daha fazla |
Sundquist J ve ark 1998 |
İç göç yaşayanlarla ilgili ülkemizde dört çalışma yapılmıştır (Kara ve ark 1996a, 1996b; Karalı ve Yüksel 1997; Sır ve ark 1999). Kara ve ark (1996a) zorunlu iç göç yaşayanların güvensizlik, ümitsizlik ve bastırılmış öfke duyguları içinde yaşadıklarını, depresif bir zeminde kuşkucu, çekinik ve içe kapalı bir davranış kalıbı geliştirdiklerini bildirmişlerdir. Ayrıca, Diagnostic Interview Schedule (DIS) kullanılarak yapılan taramada her iki cinste de somatizasyonun en sık saptanan psikiyatrik bozukluklardan olduğu ve kadınlarda erkeklere göre daha yüksek oranda (%23) bulunduğu belirtilmiştir (1996b). Bizim yaptığımızDSM-III-R için Yapılandırılmış Klinik Görüşmesi, kullanarak zorunlu iç göç yaşayan ve yerleşik olan işkence mağdurlarını karşılaştıran çalışmada ise, zorunlu iç göç yaşayanlar diğer gruba göre daha yüksek oranda travma sonrası stres bozukluğu (%53.3 vs %31.2), majör depresyon (%53.3 vs %37.5), distimik bozukluk (%13.3 vs %0) saptadık.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İstanbul Temsilciliği’ne başvuran başlıca iki gruptan birini zorunlu göç eden olgular oluşturmaktadır. Zorunlu göç olgularının çoğunluğu erkek olmakla birlikte, bir bölümü de kadınlardır. Bu kadınların çoğunluğu işkence gören bir yakını nedeniyle TİHV’ye başvurmaktadır. Yani bu insanlar dolaylı mağdurlardır. Bu olgularda önde gelen belirtiler yaygın beden ağrıları ve uyuşmalardır.
Nuray Türksoy K
Haziran 1999’da 8.Anadolu Psikiyatri Günleri’nde sunulmuştur.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Africa Watch. Seeking Refuge, Finding Terror: Widespread Rape of Somali Women in North Eastern Kenya, 1993.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (United Nations High Commissioner for Refugees; UNHCR). Guidelines for the protection of refugee women, 1991.
Cernovsky Z. Refugees' repetitive nightmares. J Clin Psychol 44(5):702-707, 1988.
D'Avanzo CE, Frye B, Froman R. Stress in Cambodian refugee families. Image J Nurs Sch 26(2):101-105, 1994.
Executive Committee of the High Commissioner's Programme. Note on certain aspects of sexual violence against refugee women’ (A/AC.96/822), 12 Ekim 1993.
Forbes Martin S. Refugee women. Wsomen and world development series. London: Zed Books, 1991.
Fornazzari X, Freire M. Women as victims of torture. Acta Psychiatr Scand 82(3): 257-260, 1990.
Kara H, Ağargün MY, Akman N, Bilgin H, Kıncır F, İlhan S. Doğu Anadolu Bölgesindeki zorunlu göçün göçmenlerin tutum ve davranışları üzerindeki etkileri. II. Türk-Alman Transkültürel Psikiyatri Kongresi (sözel bildiri), 17-23 Mart 1996b.
Kara H, Ağargün MY, Akman N, Bilgin H, Kıncır F, İlhan S. Güvenlik nedeniyle kırsal bölgelerden Van il merkezine göç etmek zorunda kalan göçmenlerde ruhsal bozuklukların yaygınlığı. II. Türk-Alman Transkültürel Psikiyatri Kongresi (sözel bildiri), 17-23 Mart 1996a.
Karalı N, Yüksel Ş. Effects of forced migration on the psychological problems seen after torture. Serbest bildiri. Fifth European Conference on Traumatic Stress: 29 Haziran-3 Temmuz 1997; Maastrich.
Keller SL. Uprooting and social change: The role of refugees in development. Delhi: Manohar Book Service, 1975.
Lin EH, Carter WB, and Kleinman AM. An exploration of somatization among Asian refugees and immigrants in primary care. Am J Public Health 75(9):1080-1084, 1985.
Mollica RF, Wyshak G, Lavelle J. The psychosocial impact of war trauma and torture on Southeast Asian refugees. Am J Psychiatry 144(12):1567-1572, 1987.
Stein BN. The experience of being a refugee: Insights from the research literature. In Refugees and Mental Health in Resettlement Countries. C Williams, J Westmeyer eds. New York: Hemisphere Publications, 1986.
Stein BN. The refugee experience: Defining the parameters of a field of study.. International Migration Review 15(1-2): 1981.
Sundquist J, Behmen-Vincevic A., Johansson SE. Poor quality of life and health in young to middle aged Bosnian female war refugees: a population-based study. Public Health 112(1):21-26, 1998.
|