|
Travmatik olma potansiyeli taşıyan olaya bireyin yanıtını çeşitli etmenler belirler. Bu etmenlerin en önemlileri mağdurun yaşı, cinsiyeti, eğitim düzeyi ve kişilik yapısı; travmanın niteliği, şiddeti ve kişi tarafından anlamlandırılması; travma sonrası sosyal, toplumsal ve ekonomik destektir .
Travma öncesi
Travma sonrası stres bozukluğunun (TSSB) gelişmesi travmanın niteliği ve yoğunluğuyla bağlantılı olsa da, travmayla karşılaşan herkeste TSSB gelişmez. Ayrıca TSSB kliniği de çok değişken olabilmektedir. Bir savaş sonrası çalışmasında, kişilerin verdiği tepkilerin çocukluk çağı öykülerine, yaşadıkları duygusal çatışmalara ve baş etme yollarına bağlı olarak değiştiği gösterilmiştir. Antisosyal davranışlara eğilimli olanlarda irritabilite ve öfke, kendisinden ahlaki beklentileri çok fazla olanlarda ise depresyon ön planda bulunmuştur (Hendin ve Haas 1991). TSSB’de travma öncesi risk faktörlerinin, birinci derece akrabalarda psikiyatrik hastalık öyküsü, çocukluk çağı travması, ebeveyn yokluğu, çocukluk ya da ergenlikte davranım bozukluğu, 10 yaşından küçükken anne-baba ayrılığı, nörotik yapı, içe dönüklük, psikiyatrik hastalık öyküsü, 15 yaş öncesi düşük özgüven, travmadan önce ve sonra olumsuz yaşam olayları ve kadın olmak olduğu belirtilmektedir (Davidson 1993).
TSSB gelişmesinde kişilik özellikleri konusunda farklı popülasyonlar ile yapılan çalışmalar benzer sonuçlara ulaşmıştır. Strese dayanıklı bireylerin daha sosyal, düşünerek daha aktif başetme yolları kullanan ve geleceklerini kontrol edebileceklerine ilişkin algıları güçlü olan kişiler olduğu belirtilmektedir. Vietnam’da savaşmış Amerikan askerlerinden yaşı daha büyük, daha iyi eğitim görmüş, etkin baş etme stratejileri kullanan kişilerde TSSB gelişme olasılığının daha düşük olduğu bildirilmiştir (Hendin ve Haas 1991). Olağan yaşam olaylarındaki güçlüklere ve hastalıklara direnç için de benzer gözlemler yapılmıştır (Flannery 1987).
Travma süreci
TSSB gelişmesinde en kritik etmen, travmatik olayın kendisidir (March 1990). TSSB gelişme olasılığı arasında bir doz-yanıt ilişkisi saptanmıştır (Shore ve ark. 1986, Kaylor ve ark. 1987). Travmanın sıklığının şiddetten daha etkili olduğu belirtilmektedir (Kaylor ve ark. 1987). Travmanın niteliğinin belirleyici etkisine ilişkin bulgular sınırlıdır. TSSB yaralanma, yas, savaşta şiddete tanıklık ya da şiddet uygulama (şiddet uygulamanın tanıklığa göre daha travmatize edici olduğu bildirilmiştir), ölüme tanıklık, ölüm haberi duyma, tecavüz (özellikle baba ile ensest ilişki), işkence, mala hasar verilmesi, yaşama yönelik tehdit gibi yaşantılarla ilişkilendirilmiştir (Davidson 1993). İzleme çalışmaları, diğer travmatik olaylara göre tecavüz mağdurlarında süreğen TSSB gelişme olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir (Kilpatrick ve ark. 1989).
Şiddete tanık olma durumunda suçluluk duygusu şiddetli olmaktadır. Travma sonrası psikiyatrik bozukluk gelişmesinde en fazla risk, travmatize kişinin yalnızca pasif izleyici olmakla kalmayıp sürece aktif biçimde katıldığı durumlarda görülür (Laufer ve ark. 1985, Speed ve ark. 1989).
Travma sırasındaki tutum da sonraki ruhsal tepkiyi etkiler. Tecavüze direnen kadınların, direnmeyenlere göre ruhsal sorunlarının daha az olduğu bildirilmiştir. Peritravmatik disosiyasyonun ise uzun erimde TSSB gelişmesinde cinsiyet, yaş, eğitim ve travma şiddetinden daha önemli bir etmen olduğu bildirilmektedir (Marmar ve ark. 1994).
Travma sonrası
Travmatik olaylar her zaman kişilerin sosyal ilişkilerini de etkiler. Bu sosyal çevrenin travmatik olay sırasında ve sonrasında verdiği tepki, travma sonucu ortaya çıkan ruhsal sorunlar üzerinde belirleyici rol oynar. Kişinin çevresindekilerin destekleyici tutumu olayın etkisini azaltırken, düşmanca ve olumsuz tutum travmanın etkilerini şiddetlendirir (Flannery ve Flannery 1990). Travmadan sonraki erken dönemlerde çevrenin desteği, güven duygusunun onarılmasını sağlar. Savaş sırasında birlikte olunan grup içindeki dayanışma ve ortak adanmışlık duygusunun, bireyleri travmadan koruduğu gözlemlenmiştir.
İşkence, cinsel istismar ve aile içi şiddette mağdur için tehlike genellikle saldırıdan sonra da sürer. İşkenceye uğramış olan bir hastanın ifadesi “Beni asıl etkileyen işkence değil, sonraki olaylar. Gözaltından çıktıktan sonra okuldan atıldım. Başka okullar beni kabul etmedi ve zar zor bir ilçede okul bulup, devam edebildim.” biçimindeydi. Aile içi şiddette olduğu gibi cinsel şiddette de saldırgan çoğunlukla mağdurun tanıdığı bir kişidir. Ayrıca saldırgan genellikle statü olarak mağdurdan daha yüksek düzeydedir ve sosyal çevre mağdurdan çok saldırgana destek olma eğilimindedir. Kişi saldırgandan uzaklaşmak için işinden, okulundan ya da sosyal çevresinden ayrılmak durumunda kalabilir. Bu durumda mağdurun çevresine ve kendine güvensizlik ve suçluluk hissinin kökeninde travmatik olayın kendisinin mi, yoksa ardından gelişen yine travmatik nitelikli sosyal olayların mı bulunduğunu ayırt etmek kolay değildir. Travma sonrası gelişen ruhsal sorunların kalıcılığının, travmatize kişiye sağlanan sosyal destekle ters orantılı olduğu bildirilmiştir. Tecavüze uğrayan kadınlarla yapılan bir araştırmada, düzenli bir eş ilişkisi olan mağdurlarda kalıcı ruhsal sorunlar gelişmediği saptanmıştır (Burgess ve Holmstrom, 1979). Savaştan sonra TSSB gelişen eski askerlerin gelişmeyenlere göre evlenme oranının düşük olduğu, evlilik ve aile sorunlarının da daha yoğun olduğu bildirilmiştir (Green ve Berlin 1987). Bu hasta grubunda sosyal destek olmayışı bir kısır döngüye yol açmaktadır. TSSB’lilerde yabancılaşma aileden uzaklaşmayı getirmekte, bu uzaklaşma da ruhsal sorunları şiddetlendirmektedir (Frye ve Stockton 1982; Keane ve ark. 1985).
Travmatik yaşantıyı başka insanlarla paylaşmak dünyayı anlamlı hissetmenin ön koşuludur. Bu süreçte kişi, yalnız yakın çevresinden değil, içinde bulunduğu toplumdan da destek arayışı içindedir. Kişinin aidiyet hissettiği toplum, travmanın çözülmesinde çok önemli etkiye sahiptir. Travmatize olan birey ve toplum arasındaki boşluğun onarımı, esas olarak travmatik olayın o toplumca onaylanması, ikinci olarak da toplumun davranışı tarafından belirlenir. Toplum kişinin travmatize olduğunu bir kere kabullenince, zarardan sorumluluk duyarak onarmaya çalışır. Toplumun iki tepkisi, fark etme ve onarım mağdurun travmatizasyonunun sağaltılması için gereklidir. Savaş sonrası bu gereksinim sivil halkın savaşı anlamlı bulması ve savaşın simgesi olan askerleri yüceltmesi ile giderilirken; cinsel saldırı, aile içi şiddet gibi durumlarda hukuk düzeyinde adaletin sağlanması önemlidir. Ancak pratikte, hak arama sürecinde mağdurun daha da travmatize edilebilmesi söz konusu olduğu için, tecavüzlerin çok az bir bölümü polise bildirilmektedir.
N.Türksoy K
|